YAZARLAR

 CELAL ARSLAN

YAZILARI 
(Celal Abinin yazıları karamanda uyanış gazetesinden alınmıştır.)
ANADOLUM
Celal ARSLAN

Anadolum senin başına ne geldiyse 26 Ağustos 1071 Malazgirt meydan muhaberesinde, Türklerin 200 bin kişilik Romanus DİOGENES’e bağlı Hıristiyan ordusunu sultan ALPARSLAN komutasındaki orduların mağlup edip, Bizans topraklarına çadır kurup yurt yaptığı o günle başlamıştır.
Tarihte ilk defa bir Bizans imparatoru komutanlarıyla birlikte esir alınmış, ellerinden, ayaklarından zincire vurularak başları öne eğik bir şekilde huzura getirilmelerinin intikamı hala sürmektedir.
Bu günlerde de bu mübarek topraklar üzerinde yaşayan necip Müslüman Türk milletine yapılanların ardında, Bizans kalıntılarının 1071 den kalma kuyruk acısı yatmakta olduğudur.
O gün bu gün Hıristiyan dünyası, Müslüman Türk milleti üzerine defalarca haçlı seferleri düzenlemiş, dur durak bilmeyen entrikalar, dışarıdan ve içeriden ürettikleri fitne, fesat hareketleriyle yıllardır besledikleri kini açıkça ortaya koymaktan vazgeçmiş değillerdir.
Hesap acının büyüklüğü kadardır.
Anadolu’nun Türklere kapılarının açılması.
Anadolu Selçuklularının Bizans tehlikesinden uzaklaşması.
Anadolu’da ilk defa bir Türk devletinin kurulması.
İslam dünyasının prestijinin artması.
Anadolu’da Türk kültürünün yeşerip yaşanacak olması.
Bizans’ın İslam ülkelerine yapmış olduğu baskıların sona ermesi.
Türk tarihine birde Anadolu Türk tarihinin eklenmesi.
Aklın yolu birdir ve oynanmak istenen oyunları iyi sezip önce bütün Türk dünyası ile birleşip İsmail Gaspıralı nın dediği dilde, fikirde, işte birliği hayata geçirecek şuurlu nesiller yetiştirilmeli.
Son olarak bu topraklarda 1071 den bugüne kadar rahat yüzü görmeyen Müslüman Türk milleti zannetmesin ki rahat bırakılacaktır.
ŞEHİTLERİM
Celal ARSLAN
Sizler vatana, millete, devlete olan borcunuzu layıkıyla yerine getirme yolunda her türlü zor şatlara rağmen, canla başla verdiğiniz mücadele de şehitlik gibi en ulvi bir makama eriştiniz. Esas sizler bize olan haklarınızı helal edin.
Mektubun yüreğimizi dağladı ama ağlamayıp sözünü tutacağız.
Mehmet’im sesini duyduk ve işittik.
Senden sonrakilerin kahpece ölmemesi için söz; bizlerde mücadele edeceğiz.
Yüce Türk milleti ve devletini yaşatmak şuur ve bilinciyle;
Bu topraklar için gerektiğinde bizde o şehadet şerbetini içmeye hazırız.
RUHUNUZ ŞAD MEKANINIZ CENNET OLSUN
Sizlere Şırnak’ta hain teröristlerin roketatarlı saldırısında hayatını kaybeden şehit Mehmet GÜNGÖRDÜ’nün cebinden çıkan mektubu aktaracağım.
“Olurda bir gün şehit olursam”
Annem ve babam sakın üzülmeyin, eşime sahip çıkın.
Canım bitanecik eşim, kendini sakın üzme, kardeşlerime ve kendine dikkat et.
Cumhurbaşkanım, Başbakanım, milletvekillerim askerine, polisine sahip çıkın.
Ölmekten bir korkum yok ama, kahpece ölmek zoruma gidiyor.
Devletimiz gerekli tedbirleri almış olsalardı, tankların altıda zırhlı olsaydı, ben ve benim gibiler şimdi ölmemiş olacaklardı.
Yinede devletim, milletim, vatanım sağ olsun.
Tekrar ediyorum, yinede benim için üzülüp, ağlayıp ağıtlar yakmayın, isyan etmeyin, Allah’a daima şükredin.
Canım eşim seni çok seviyorum, ailene ve aileme sahip çık.
Kimseleri üzme, üzülmene de müsaade etme.
Sen güçlü bir kişiliğe sahipsin.
Elveda tatlı bebeğim
Vatan sağ olsun!
Vatan sağ olsun!
Vatan sağ olsun!
Mehmet GÜNGÖRDÜ
Not: Mezarımı ailemin uygun gördüğü bir yere gömüverin.
Bizde bizim için şehit olan yiğitlerimize diyoruz ki;
“Sizin mezarınız bizim bağrımızdadır.”

KANAYAN YARA DOĞU TÜRKİSTAN


Kendisini sağlığında tanıma bahtiyarlığına erdiğim Doğu Türkistan’ın büyük lideri Merhum İsa Yusuf ALPTEKİN beyin kendi sözüyle yazıma başlamak istedim.
“Benim bu mücadele yıllarında asıl temel gayem, bir iki merhale ile aziz yurdum Doğu Türkistan, meş’um, menfur Çin esaretinden kurtarmak, istiklaline kavuşturmak ve milli bir devlete sahip kılmaktı. Bununla beraber Asyanın merkezi olan aziz yurdum Doğu Türkistan’a müteveccih Rus istila planlarını önlemekti.”
Çin yönetiminin  acımasız uygulamaları neticesinde bu günlerde yine Doğu Türkistan’da kan ve gözyaşı hakim. Medeniyetten, insanlıktan ve merhametten nasibini almamış canavarlar, islamın en kutsal ayı olan Ramazan’da, orucunu tutup, namazını kılmak isteyen soydaşlarımıza işkenceler, katliamlar yaparak onları yok etme, sindirme politikalarına girişmişlerdir.  Son çıkan olaylarda Çin polisinin 28 kişiyi öldürdüğü, bunun ardından çıkan olaylarda ölenlerin sayısının yüzden fazla olduğunu, Doğu Türkistan dernek başkanı Recep AKYOL açıkladı.
2009 Yılında  140 Uygur Türkü’nün öldürüldüğü URUMÇİ katliamına da imza atan Çin yönetimi, Namaz kılan, oruç tutan, sakal bırakan, başörtü takan ve bunlara direnen herkesi açıkça hedef alıp yok etmekte. 1980 yılında yerel nüfus 30 milyonken, aradan geçen 35 yıl sonra Doğu Türkistan’ın nüfusu hala yerinde saymakta, hatta azalmakta.
Japon hükümeti bile yapılan bu zulme sessiz kalmazken, hatta dünya Uygur kurultayına ev sahipliği yapacak medeni cesareti gösterirken, Türk hükümeti yetkililerinin sessiz kalması endişe verici. Dünya Uygur Kurultayı başkanı Rabia Kadir’in ülkemize girişinin hala yasak olması da ayrı bir zulüm.
Yakup Han’ın kurduğu Doğu Türkistan devletini 1876 da  yıkan Çinliler, zulüm ve katliamlarla bu karanlık esareti 1930 lara kadar devam ettirdiler. 1931 Yılında Çin zulmüne karşı milli bir ayaklanma meydana geldi. 1933 yılında Kaşgar’da Doğu Türkistan istiklalini ilan ederek, “Şarki Türkistan İslam Cumhuriyetini” kurdu. Hacı Hoca NİYAZ Cumhurbaşkanı, Sabit DAMOLLA başbakan oldu. Ruslarla işbirliği yapan Çin hükümeti, aralarında Cumhurbaşkanı ve Başbakanın da olduğu binlerce soydaşımızı şehit ederek kurulan bu milli devleti yıktılar.
Yine Merhum İsa Yusuf ALPTEKİN’in dilinden:
“Ben bu yapılan vahşeti ve katliamları insanlık alemine, dindaşlarımıza ve soydaşlarımıza duyurmak ve anlatmak, onlardan yardım talep etmek için, 1938-1940 yıllarında Orta Doğu ve uzak doğuya uzunca bir seyahatler yaptım. Bu ülkeler, Suudi Arabistan, Türkiye, Hindistan, Singapur, Sirilanka, Filipinler, Mısır, Lübnan, Suriye, İran, Irak, Afganistan, Burma devletleri…vb. Buraların en yetkili devlet başkanlarını ve dini liderlerini  ziyaret ederek görüşmeler yaptım.
Ancak ne acıdır ki, Doğu Türkistan’ın dert, ızdırap ve davasını anlatmaya çalıştığım bu ülkelerden ve ileri gelen devlet adamlarından herhangi bir yardım göremedim ve alamadım.”
Bilhassa, Türk dünyasının manevi lideri, yegane ümit kaynağı, istinatgahı olan aziz Türkiyemizde de 1954 yılından itibaren, hemen hemen her değişiklikte, devlet ve hükümet başkanlarımıza, ileri gelen devlet adamlarımıza, dini, milli ve siyasi liderlerimize, Doğu Türkistan’ın dert ve davalarını anlatan muhtıralar, mektuplar takdim ettim, kitaplar, mecmualar, bildiriler, broşürler neşrettim.
Ne yazık ki; bütün bu çalışmalarıma, ziyaret ve gayretlerime rağmen, Alparslan TÜRKEŞ bey hariç, dindaşlarımızdan ve soydaşlarımızdan, insanlık aleminden tek bir yardım göremedik.” Kaynak İsa Yusuf Alptekin’in mücadele hatıraları kitabı.
İnsanlığın çoktan öldüğü ve çürümeye yüz tuttuğu yerde fazla söze gerek yok.
Rabbim akıbetimizi hayır eylesin.



Gurbetten Sılaya
Hollanda Notları (Koruyucu Aile)
Amsterdam
Celal Arslan
Hollanda da çıkan haberler ile  hop kalktık hop oturduk.
Sorun ailesinden zorla alınan ve koruyucu ailelere verilen çocuklardı.
Hollanda devleti hiçbir zaman her hangi bir çocuğu ailesinden zorla alıp ne götürür, ne de sıradan başka bir aileye verir.
Vay efendim Müslüman bir çocuğu siz nasıl olurda bir lezbiyene verirsiniz.
Rotterdam başta olmak üzere bir çok yerde tepki olarak kendilerine “Barış Güvercinleri” adını veren Türk, Hollandalı, Faslılardan oluşan gruplar, yürüyüşler  yaparak protesto ettiler, bu da onların en doğal haklarıydı.
Başbakanımız sayın R.Tayyip ERDOĞAN 21 Mart 2013 tarihinde Danimarka dönüşünde Hollanda’ya uğradı ve bu konu hakkında Hollanda başbakanı sayın Rutte ile bir görüşme yaptı. Sayın Rutte; bu Hollanda’nın kendi iç meselesidir deyip son noktayı koydu.
Bende başta Yunus’un yaşadığı şehir Denhaag daha sonra Rotterdam, Amsterdam olmak üzere çeşitli görüşmelerden sonra izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim..
-    Hollanda yasalarınca, koruyucu Aile olmak ile alakalı şartlar var
-    Aynı şekilde birde “Korunmaya muhtaç 0-18 yaş arası çocuklar” la alakalı yasa var. Bunlarında belli bir şartları olacak elbette, şöyle ki.
1.    Koruyucu aile olabilmek için;
-Hollanda’da yaşayan her ailenin önce o kuruma müracaat etmeli.
-En az bu konuda 6 ay eğitim (kurs) almış olması.
-İyi derecede dil bilmesi
-21 Yaşından büyük olması.
-Ayrımcılık yapmaması.(Çocuğa kendi evinde yaşıyormuş hissini vermesi)
-Konut kalacak ev sorununun olmaması.
-Geçmişte şiddete dayalı ahlaki suç işlememiş olması.
-Kurumla işbirliği içinde çalışmalı …v.b

2.Devlet tarafından hangi şartlardaki çocuklar korunmaya alınırlar.
  -İster kendi anne-babasının yanında, ister başkalarının yanında,bakıma muhtaç, şiddete maruz kalmış, terk edilmiş, istismar edilmiş, öğrenim hakkı engellenmiş tüm çocuklar devlet tarafından korunur, güvence altına alınır.

   Bizlerin ulusal medya televizyonlarda çıkan , özellikle ailesinden alınarak lezbiyen bir aileye verilen Yunus’lar üzerine yalan yanlış haberlerle Hollanda’yı kötülemeye hakkımızın olmadığı kanaatindeyim.
Hollanda genelinde yaklaşık 20 bin çocuk koruyucu ailelerin yanında yaşamakta. Koruyucu ailelerin büyük bir kesimi çocuğu olmayan yada çocuk yapmak istemeyen ailelerden oluşmakta.
Ailesinden alınan Müslüman çocuklar var mı? 
Var. Hem de azımsanamayacak kadar fazla.
Peki koruyucu aile olabilmek için müracaatta bulunmuş,
Kaç Müslüman aile var?
Maalesef YOK.
Yaklaşik, 200 kadar müslüman kişiye bu soruyu bizatihi kendim yönelttim.
Hatta bazı cami ve derneklere bu konuda öncülük yapmalarını tavsiye ettim.
İşte sorun burada maalesef.
O zaman Yunuslar Müslüman olmayan birilerine verilir mi? verilir.
Onlarda senin benim çocuğumu istediği gibi yetiştirir mi? Yetiştirir.
Yapmamız gereken hemen hiç vakit kaybetmeden müracaat edip, kursları başarıyla tamamlayıp, bizimde birer koruyucu aile olmamızdır.
O zaman başkalarının çocuğunu biz istediğiniz şekil yetiştirirsiniz,

“DİL YOKSA VATAN OLMAZ”

Celal Arslan
Türkçe düşmanlarının oy uğruna gün geçtikçe yönleri değişmekte.
Her gün ya Sayın Başbakanımız Erdoğan’ın, yada İmralı canisinin yeni müjdeleri ile uyanıyoruz!
Eğer ki cemaatin içinde Kürtler ekseriyette ise, vaazlar Kürtçe verilecekmiş. 
Bu yıllardır, Doğu ve Güneydoğu’da verilen Türkçe vaazın sonu anlamına gelir.
Bu gidiş de kısa bir süre sonra;
 “Kürtlerin gittiği camiler” ve “Türklerin gittiği camiler” olarak ayrılır. 
Orta Doğuda yapılan camilere saldırılar, topluca toptan Müslüman ölümleri birilerinin istediği şekle gelir.
Kürt ve Türk’ü bir arada tutan İslâm, böylece siyasilerin  eliyle camilerden başlayarak “birleştirme” değil “ayrıştırma” vesilesi haline geliverir.
 Bu da Türklerle, Kürtleri kaynaştıran İslâm’dan nefret eden ve kendilerine sırf bu yüzden Yezidiliği din olarak seçen PKK’nın ekmeğine yağ olur. 
Nitekim bu kararı en çok alkışlayanlar da PKK ‘dan başkası olmaz.
Halbuki Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde;
“AYRILIKTA AZAP, BİRLİKTE RAHMET VARDIR” buyuruyor.
BDP eş başkanı zaten bangır bangır bağırıyor,
Devlet Ankara’dan camilerde okunan hutbeleri kendi hazırlıyor.
Bu Allahın dini değil devletin dayattığı dindir diyor.
Camilerde okunan TÜRK’çe hutbelere karşıyız.
Şimdi hükümette karşı.
Şu sıralar Öcalan  baş aktör.
O ne derse o oluyor.
Ne isterse veriliyor, itiraz eden yok.
Vatandaş Türkçe bilmiyorsa ne yapsın, cumaya mı, camiye mi gitmesin diyenleriniz olabilir. 
Peki; asırlardır bu milletin evlatları aynı camilere gitmediler mi?
Bu toplum yeni mi Müslüman oldu da hutbeler tartışılır oldu.
Burada biz işin “devlet eliyle genele temsil edilmesi” tehlikesine dikkat çekmek istiyoruz. 
Türkçeyi Türkiye’nin bir bölgesinden çıkarmak,
Eğitim dili olmaktan çıkarmak,
Camilerden çıkarmak, 
Mahkemelerden çıkarmak,
Bütün resmî kurumlardan çıkarmak “vatanseverlik” olarak takdim edilir ve kabul görür hale geldi.
 “Üst kimlik” yok “paralel kimlikler” var. Çünkü “paralel devlet(ler)” hedefleniyor.
 “DİL YOKSA VATAN OLMAZ”. 
Bunun böyle olduğunu PKK biliyor ve ısrarla “eğitim dili dâhil, her yerde Kürtçe” diyor başka bir şey demiyor da;
Biz ne diyoruz acaba?

 Yılkı Atları
    Celal ARSLAN
Eve dönüyordum hava çok soğuk üşüyordum, yağan kar ve tipi sanki nefes aldırmıyordu, hızla bir müddet yürüdükten sonra arabama ulaştım. Birkaç denemeden sonra çalışan aracımla giderken aklıma yazar Abbas Sayar’ın romanı  geldi.
Yazar yılkı atlarını  şöyle anlatıyordu.
Üssüğünoğlu İbraam tarladan dönmekteydi ve pek düşünceliydi. Havalar iyice soğumuş, o hala yeterince ahıra kışlık koyamamıştı…
Atlarıyla nice topraklar sürmüş, çok ürünler kaldırmış, bu ürünleri satarak topraklarına yeni topraklar katmıştı…
Gün gelmiş durum değişmiş, kendileri yarı aç yarı tok yaşarken bir de kışın hayvanların yiyeceğini düşünmek zorunda kalmışlardı…
Bir gün eve gelir oğulları Hasan ile Mustafa’ya, oğullarım dağdan yayılmadan gelen hayvan sürüsünün içerisinden yaşlı olan Dorukısrak’ı ayırarak geriye dağa kovalamanızı istiyom, tamam mı?.…
Çocuklar üzülerek Babalarının sözünü yerine getirirler. Doru kısrak önceleri işin iç yüzünü pek anlayamaz, ortalık şiddetli soğuktur, gece olmuş tir tir titremektedir. Yıllardır girip çıktığı evin önüne geri gelir, burnunun ucuyla kapıya vurur durur. Ama nafile kapıyı açan olmaz…
Dorukısrak’ın oğlu Altay ahırda anası olmayınca huysuzlanır, kişner, tepinir yemini dahi yemez. Ertesi sabah çoban olan Tonbak Emmiye de kovalamasını tembih eder.  Çobanın kovalaması da yetmez akşam olunca yine ahırın önüne gelen Dorukısraka ibraam emmi sinirlenerek sıkı bir dayak atar, köyün dışına sürer çıkarır…
Dorukısrak artık kendisine yapılanı anlamıştır, küskün ve kahırlı bir şekilde köyden uzaklaşır dağlara doğru çıkar gider…
Nisan ayı gelince İbraam’ın aklına Dorukıssrak gelir. Oğullarını ve yavru tay Altay’ıda yanlarına alarak yaylalara aramaya çıkarlar. Anne ve Altay’ın kişnemeleri ile buluşan ve sevinçten çılgına dönen dorukısrağı kement atarak yakalamayı deneseler de başarılı olmazlar. Durumu anlayan,  Dorukısrak ve Altay beraberce dörtnala uzaklaşıp gözden kaybolurlar.
İbraam yaptığı haksızlık karşısında günlerce ızdırap çeker ama iş işten geçmiştir.
Gerçekten duygulu bir hikayesi vardır Yılkı atlarının.
Zamanın her türlü işlerinde kullanılan, tarlalar sürüp yükler taşıyan, sahibinin verdiği yeme samana razı olan, gidilecek her yere ulaşım aracı olup binilen, sırtında günlerce yük taşıyan bu hayvanlar uzağımızda değiller, birçoğu Karadağ’da yaşamaktadırlar. Orada bile bu hayvanların biz insanlar başta olmak üzere birçok düşmanlarının olduğunu iyi bilmekteyiz
Bu hikaye bir kaderi, bir dönemi, acı tatlı bir yaşamı paylaşan ve  yaşayan insanlarla hayvanların ortak kaderi desem tam yeridir. Önemli olan bu hayvanlara karda, kışta, tipide iyi bakıp korumaktır, aksine onlara düşmanca kement atmak asla değildir.

Yeni bir yıla girerken
Celal ARSLAN 
Daha dün gibiydi 2012 yılının 365 yapraktan oluşan takvimi duvara asışımız, ne çabuk tükendi sanki hiç anlayamadık.
Geçen yılbaşında hepimiz koca bir yılı nasıl geçireceğimizle alakalı bir sürü hayaller kurmuştuk, bunların ne kadarını gerçekleştirebildik acaba. Bu yılda aynı şekilde yapacaklarımız, hayallerimiz var, geçmiş yıldan ders mi alacağız yoksa hiç umursamayacakmıyız.
Cenab-ı hak buyuruyor “Allah (inkarcılara; Yeryüzünde kaç sene kaldınız? Diye sorunca onlar, Bir gün yahut bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor derler. Bunun üzerine Allah c.c söyle buyurur: “Çok az bir zaman kaldınız, keşke bunu daha önce bilmiş olsaydınız”. Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız.
 Bizler ister Hicri, ister Rumi, ister miladi olsun neticede yeni bir yıla girdik, İnanan insanlar olarak gelin bu yıl fert ve millet olarak: kötü alışkanlıklarımızın son bulup, iyilik ve güzelliklerin yerini alacağı bir milat olsun.
Kendi ömrümüzü bir takvim kabul edersek, bizim bunun neresinde olduğumuzu, geriye kaç yaprağımızın kaldığını, bundan sonraki zamanı en iyi bir şekilde değerlendirmemiz gerektiğinin bilinci içerisinde yaşamaya gayret etmeliyiz.
Yüce dinimizin emirlerinin dışına çıkacak yanlış hareketlerden mutlaka kaçınmalı, aksine milli ve manevi değerlerimize iyice sahip çıkarak gelecek nesillerin daha bilgili, daha donanımlı olmasının yollarını açmalıyız.
 Düne dönüp baktığımızda bir çok sevdiğimiz insanların bu gün aramızda olmadığını, yarınlarda da bizleri aynı akıbetin beklediğini unutmamalıyız.,
Yeni yıl;
 İnsanlık için, barış için, geleceğimiz, kendimiz için, yeni bir başlangıç, yeni bir sayfa olmasını canı gönülden isteyen ve dileyen herkese hayırlı olsun.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Köyümüz Hatice turan vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin.